Kitaplara İman
DÖRT BÜYÜK KİTAP HAKKINDA
Kitaplara İman, Allah Teâlâ’nın inzal buyurduğu kitaplara inanmak şer ‘an ve aklen vaciptir. Şer ‘an vaciptir, çünkü Allah Teâlâ Kur’an’ın pek çok ayetinde bunu emretmiş, semavi kitaplara imanı İslâm’ın altı temelinden biri saymıştır. Aklen de vaciptir, zira birazcık izan sahibi bunun zaruretini kavramakta güçlük çekmez. En şerefli bir varlık olarak yaratılan insan daha kendisi yaratılmadan düşmanı yaratılmış, vücut alemine getirilince de bünyesine nefsi yerleştirilmiş, böylece iç ve dış düşmanlara boy hedefi yapılmıştır.
Binâenaleyh bu düşmanlara karşı koyabilmesi için Allah, ona saadet yollarını gösteren kemâl mertebelerini bildiren mukaddes kitaplar göndermiş, emirler vermiş, yasaklar koymuştur. Bu hakikat, bir ayette şöyle açıklanır:
— «An dolsun ki Biz elçilerimizi açık açık bürhanlarla (delillerle) gönderdik ve insanların adaleti ayakta tutmaları için beraberlerinde de kitapları ve mizanı (adâlet esaslarını) indirdik.» (Hadid Suresi: 25).
Mukaddes Kitapları iki kısımda ele alabiliriz:
a) Bazı Peygamberlere sahifeler halinde gelen İlahi emirlerdir.
Bunlara Suhuf denmektedir. Bunların tamamı 100 sahifedir. Hiçbiri bugün mevcut değildir.
Kendilerine Suhuf indirilen peygamberler şunlardır:
1- Adem Aleyhi’s-Selam’a 10 sahife
2- Şid Aleyhi’s Selam’a 50 sahife
3- İdris Aleyhi’s Selam’a 30 sahife
4- İbrahim Aleyhi’s Selam’a 10 sahife.
b) Büyük Kitap halinde gelenler. Bunlar dört addettir:
1- Tevrat
2- Zebur
3- İncil
4- Kur’an-ı Kerîm.
DÖRT BÜYÜK KİTAP HAKKINDA
TEVRAT:
İslâm’ın inanılmasını şart koştuğu dört büyük semavi kitaptan birisidir. Allah Teâlâ onu Hz. Musa’ya indirmiştir. Tevrat’a inanmak, böyle bir kitabın Allah Teâlâ tarafından Hz. Musa’ya inzal buyurulduğunu kabullenmek ve bunu itiraf etmek demektir.
Böyle bir kitaba inanmak farz olduğu gibi bu kitabın tahrife uğradığına, değiştirildiğine, hüviyet-i hakîkiyyesini yitirdiğine, Kur’an’ın gelmesiyle de mevcut hükümlerinin kaldırıldığına, geçersiz kılındığına inanmak da farzdır.
ZEBOR:
Hz. Davud’a indirilen dört büyük kitabın İkincisidir. Hz. Davud, İbrahim Peygamberin soyundandır. Zebur, İbrani diliyle gönderilmiştir ve içinde yüz elli süre vardır. Helâl haram, ve ahkâm ile ilgili ayetler yoktur. Genellikle mevize (öğüt) ve hikmetleri ihtiva eden bir kitaptır. Hz. Davud’un sesi dillere destandır. Bu mübarek zât o sesiyle Zebur’u okumaya başlayınca kuşlar başı ucunda uçuşmaya başlarmış.
İNCİL:
Yine İslâm’ın inanılmasını şart koştuğu dört büyük kitaptan biri de İncil’dir. Allah Teâlâ bunu da Hz. İsa’ya inzal buyurmuştur. Bu ilahi kitap da beşerin tasallutundan kurtulamamıştır, ilk kaynağından geldiği gibi değildir, tağyir ve tebdile maruz kalmıştır, yer yer kendisine hükümler ilâve edilmiş, yer yer hükümler çıkarılmış, yer yer de hükümleri değiştirilmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın İncil’i Hz. İsa’ya indirdiğine inanmakla mükellef olduğumuz gibi, onun mevcut İncillerden biri olmadığını ve Kur’an’ın gelmesiyle kısmen aslını yansıtanların hükümlerinin de kaldırıldığına inanmakla da mükellefiz.
KURANI KERİM VE MÜMEYYİZ VASIFLARI:
Biz burada Kur’an-ı Mübin’in Allah’ın kitabı olduğunu, onu Peygamberlerinin sonuncusu Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’e vahiy yoluyla indirdiğini, tevatür yoluyla bize ulaştırdığını, indirmeye başladığı andan itibaren ayet ayet, sure sure ezberlettiğini milyonların gönüllerine nakşettiğini, ona has bir hat ile muhafaza buyurduğunu anlatacak değiliz. Çünkü bu gibi meseleler Allah’ın ayetlerini inkâr edenlere karşı yazılır, delilleri serdedilir.
Biz Kur’an’ın hidayet kaynağı, hikmet denizi, adâlet ve rahmet kılavuzu oluşundan, dünya ve ahiret saadetini temine medar olacak umdeleri ihtiva edişinden söz edecek, bu hakikatleri yine ondaki ayetlerden ve onu tebliğ eden Muhammed sallallahü aleyhi ve selemden dinleyeceğiz. Evet Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
— «Gerçek bu Kur’an (insanları) öyle bir yola doğrultup götürür ki o, en âdil ve en doğru bir yoldur. Güzel güzel amel (ve hareketlerde bulunan müminlere kendileri için muhakkak bir ecr olduğunu da müjdeler o.» (Isra suresi: 9)
Evet Kur’an her türlü hayra ulaştıran, her kemâle yücelten, dünya ve ahiret saadetini kazandıracak yolları gösteren İlahi bir kılavuzdur. Zira Rabbimiz şöyle buyurur:
— «Elif lam mim. Bu (Kur*ân), o kitaptır ki kendisinde (Allah katından gönderilmiş olduğunda) hiç şüphe yoktur. (O) takva sahipleri için doğru yolun ta kendisidir.» (Bakara Suresi: 1,2).
Evet Kur’an, kâmil manada bir rahmettir, rahmet-i umumîdir, insanı, cinni, hayvanı, büyüğü, küçüğü, mümini, kafiri, diriyi, ölüyü hep rahmeti kapsamına alır. Evet Kur’an aklî, ruhi hastalıklar, nifak u şikak, küfür ve şirk ile malul gönüller, kibir, haset tembellik, acizlik, pısırıklık, cimrilik, kıskançlık, korkaklık gibi evsaf-ı mezmume ile mülevves kalpler için tam bir şifa kaynağıdır. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurur:
— «Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan dertlere bir şifa, müminler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.» (Yunus Suresi: 56)
Bir başka ayette de şöyle buyurulur:
— «Biz Kur’an’dan peyder pey indiriyoruz ki (her biri) müminler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise o, (maddî ve
manevi) ziyanından başkasını artırmaz.» (îsra Suresi: 82)
Evet Kur’an kalpteki zulmet perdelerini sıyıran, cehalet sebeplerini darmadağın eden, varlığın hakikatlarına, sırlarına erdiren, kâfire küfrün tabansızlığını, münafığa nifakın şirretliğini, mümine, imanın yüceliğini gösteren İlahi bir nurdur. Çünkü onda şöyle ilan ediliyor:
— «Ey insanlar! Size Rabbinizden hakiki bir bürhan (Rasûlullah) gelmiştir. Size apaçık bir nur (İslâm Dinini ve
şeriatını) göndermişizdir.» (Nisa Suresi: 174)
— «Evet Kur’an her türlü fazileti kazanmaya çağıran, her çeşit kötülükten sakındıran, dünya ve ahiret saadetini muştulayan, her hakikati açıklayan, ruhları temizleyen, nefisleri aklayan beyan-ı İlâhîdir. Bu hakikatler Nahl suresinde şöyle ifade ediliyor:
— «Sana bu kitabı her şeyin apaçık bir beyanı, bir hidayet, bir rahmet ve hele Müslümanlar için bir müjde olmak üzere peyderpey indirdik.»
Şimdi de Rasûlullah sallallahü aleyhi ve selemi dinliyoruz:
— «Karanlık gecenin kesitleri gibi içinden çıkılmaz işlerle karşılaştığınızda Kur’an’a sanlın, çünkü Kur’an şefaati kabul edilen bir şefaatçi, mâfâdı doğrulanan bir mücadelecidir. O, peşinden gideni Cennet’e götürür, onu arkasına atanı da ateşe sürükler. O en hayırlı yolu gösteren bir kılavuz, hak ile bâtılı ayıran bir fasl-ı muhkemdir. Ciddi bir kitaptır. Onun bir zahiri bir de bâtını vardır. Zahiri, hükümleri; bâtını ise ilimleri ihtiva eder.
Denizi derindir, ilginçlikleri sayılamaz, âlimler ona doyamaz. O, Allah’ın güçlü ipidir, o dosdoğru yoldur, o gerçeğin ta kendisidir. Cinler onu dinlediklerinde: «Biz hakiki hayranlık veren bir Kur’an dinledik. Ki o hakka ve doğruya götürüyor.
Bunun için biz de ona iman ettik.» demekten kendilerini alamadılar. Onu söyleyen doğru söylemiş, onunla amel eden sevap kazanmış, onunla hükmeden adâlet yapmış, onunla ibadet eden dosdoğru yola iletilmiştir. Hidâyet kandilleri, hikmet parıltıları ondadır, gerçek delile kılavuzluk eden odur…»
Kur’an’a iman ile alakalı olarak söyleyeceğimiz son söz şudur:
Kur’an, Allah’ın kelâmıdır, içindekiler hakkın ta kendisidir, değil ki herhangi bir hükmünü, bir tek harfini bile inkâr – neûzü billah kişiyi imandan çıkarır. Onun genel bir hükmünü, bir emrini veya yasağını zamanla kayıtlayan yahut zamanın anlayışıyla bağdaşmıyor diye hafife alan – durmadan Allah’a Peygambere ve İslâm‘a inandığını da söylese kâfir olur.