Zekat
Zekat; lügatte; temizlik, üreme, artış, bereket anlamlarında kullanılır. Zekâtı verilen mal artıp çoğaldığı ve Ahirette
sevaba vesile olduğu için mali ibadete «zekât» denilmiştir. Bu artış, Allah Teâlâ’nın:
«Ne harcarsanız muhakkak Allah onun yerine (daha iyisini) verir» (Bakara suresi: 39) ayetiyle teminat altına alınmıştır.
Yine zekâtın temizleyici bir unsur olduğu Kur’an’da şöyle geçer:
«(Ya Muhammedi) onların (Müslüman zenginlerin) mallarından sadaka al ki bununla kendilerini (günahlardan) temizlemiş, bununla onların hasenatım (iyiliklerini) bereketlendirmiş (kendilerini ihlâs sâhibi kimseler mertebesine yükseltmiş) olasın.» (Tevbe suresi: 103)
Zekâtın Şeriat ıstılahındaki anlamı şudur: «Malın muayyen bir kısmını, zekât almaya müstahak kimselere belli şartlar çerçevesinde kayıtsız – şartsız vermektir.»
ZEKÂTIN HÜKMÜ
Zekât, İslâm’ın beş ana temelinden biridir ve sıra itibarıyla üçüncüsüdür. Bu beş temel:
1) Kelime-i şehadet,
2) Namaz,
3) Zekat,
4) Hac,
5) Ramazan Orucu, diye sıralanır.
Zekâtın farz oluşu Kur’an, hadis ve Ümmet-i Muhammed’in icmâı ile sabittir. Farz oluş tarihinde çeşitli rivayetler var: ise de Hicret’in ikinci yılıyla beşinci yıllan arasında Medine’de farz kılındığını söylemek, kesin bir yıl belirlemekten daha iyidir.
Zekât, kesin delille sabit bir ibadet olduğundan, farziyetini inkâr eden veya: «Ben paramı başkaları için kazanmadım» diye zekâtı hafife alan maazallah – hemen Dinden çıkar.
ZEKATIN ÖNEMİ
Cenâb-ı Hakk, zekâtı İslâm’ın beş temelinden biri kılmış, onu Kur’an’da İslâm esaslarının en yücesi namazla sık sık zikretmiş ve çeşitli yerlerde «Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin.» buyurmuştur
Allah’ın Resûlü Veda Haccında yaptığı o meşhur hitabesinde şöyle buyurmuştur:
«Allah’tan korkunuz, beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan ayınızda oruç tutunuz, mallarınızın zekâtını veriniz,
başımızdakine saygı gösteriniz, ki Rabbinizin Cennet’ine giresiniz.»
ZEKATIN FARZ KILINIŞINDAKİ HİKMETLER
Zekâtın teşriinde maddi ve manevi pek çok hikmetler vardır. Bazı hikmetlerini şöylece tespit edebiliriz.
1) Allah sevgisinin doğruluğunu ortaya çıkarmak için meşru kılınmıştır. Şöyle ki: kelime-i şehadet; Allah’ı Birlemeyi, Mabudun tek olduğunu iltizam eder. Böylesi bir inanışa vefa göstermenin şartı da, bir tek Allah’tan başka sevgili edinmemektir. Çünkü, gerçek sevgi ortaklığı kabul etmez. Yalnız lisanla birlemenin; «Allah’tan başka ilah yoktur» demenin değeri pek azdır, sevginin derecesi ancak sevgiliden ayrılmakla ölçülür. Mallar, servetler
bütün halkın gözünde sevimli nesnelerdir. Zira insanlar varlıklı olmaları sâyesinde dünyada zevk u safa sürerler, bu dünyaya gönülden dost olurlar, ölümden tiksinirler. İşte Allah Teâlâ, kendisini sevme huşusundaki iddialarının doğruluğunu ortaya çıkarmak amacıyla insanları imtihana tâbi’ tutarak gözleri kadar sevdikleri mallarını kendi rızası uğrunda harcamalarını ferman buyurmuştur.
2) Cimrilik hastalığından temizlenmek. Zekâtın teşriindeki diğer bir hikmet, zenginlerin nefislerini cimrilik illetinden kurtarmak, kendilerini hayra alıştırmaktır. Allah Teâlâ bir ayette mealen şöyle buyurur:
«Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte muradına erenler onların ta kendileridir.»
Cimrilik illeti, ancak malı harcamaya, sarf etmeye alışmak suretiyle tedavi edilir. Belirli bir şeye karşı duyulan aşırı sevgiden kurtulmanın yolu, normale avdet edinceye kadar nefsi o şeyden zorla uzaklaştırmaktır. Bu mâniasıyla zekât temizleyicidir, yâni kişiyi cimrilik hastalığından temizler. Yalnız burada şöyle bir incelik vardır: Zekâtın kişiyi manen yükseltici bir unsur olması, zekât verenin durumuyla doğru orantılıdır. Kişi Allah yolunda harcamakla ne kadar mutluluk duyar, sevinirse, o nispette yükselir, yücelir.
3) Yardım etmek, fakirlere el uzatmak, ihtiyaç sahihlerinin yaralarını sarmak, yoksulluk eleminden mütevellit acılarını dindirmek. Böylece, fakir zümrelerle zengin sınıflar arasında sevgi, saygı ağlarını örmek. Zekât bu gayeleri gerçekleştirmekte müessir en büyük unsurdur. «İnsan, ihsanın kölesidir» denilmiştir. Şairin şu sözü ne kadar manalıdır :
«İnsanlara iyilik yap gönüllerini fethedersin! Çünkü çoğu kez insanları kul – köle yapan iyiliklerdir.»
4) Nimetlere şükretmektir. Allah Teâlâ’nın kulunun zatında ve malında hakkı olan nimetleri vardır. Bedenle yapılan ibadetler, beden nimetinin şükrü; mali ibadetler de mal nimetinin şükrüdür. Darda bulunan, kendisine muhtaç bir fakiri görüp de malının kırkta birini veya mahsulünün onda birini veya yirmide birini vererek veya
bu oranlardan pay ayırarak onu istemek ve başkalarına muhtaç olmaktan müstağni kılmayan, Allah’a karşı şükür borcunu yerine getirmeye yanaşmayan kimse ne hasistir!
HAVÂİC-Î ASLİYYE
«Havâic» hacet; ihtiyaç (gereksinimi duyulan nesne) anlamına gelen «hiçe» kelimesinin çoğuludur. «Temel ihtiyaç maddeleri» demektir. Ev, dükkân, mağaza, ev için lüzumlu eşyalar, kışlık ve yazlık elbiseler, binek hayvanları, ticaret için olmayan kitaplar, zanaatta kullanılan âletler, hizmetçiler hep temel ihtiyaçlardır. Bu ihtiyaçlar zaman ve mekâna göre değiştiği gibi kişilere göre de değişir. Diğer bir ifade ile : Temel ihtiyaç maddeleri içtimaı, İktisâdi ve medeni şartlara göre farklılık arz eder. Bu nedenle; şu ihtiyaç maddesidir, şu değildir diye standart bir ölçü koymak mümkün değildir.
Meselâ; Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile sahabe devrinde – bugünkü şekliyle – kitap yoktu ve pek tabiî olmayan bir şey temel ihtiyaç maddelerinden sayılmıyordu. Sonra kitap yazma ve alma ihtiyacı doğdu, ilimle uğraşanlar için kitap bir ihtiyaç oldu ve ehli için kitap Havâic-i asliyeden sayıldı.
ZEKATIN ŞARTLARI
1) Müslüman olmak. İslam devletinin hâkimiyetinde yaşamayı kabullenmiş gayr-i Müslimler zekâtla mükellef değildir.
2) Zekât verecek kimsenin erginlik çağma girmiş olması gerekir. Zira çocuklar zekâtla mükellef değildir.
3) Zekât verecek kimse akıllı olması gerekir. Deliler zekâtla mükellef değildir.
4) Zekât veren kimsenin hür olması gerekir. Köleler zekatla mükellef değildir.
5) Zekât verecek kimsenin temel ihtiyaçlarıyla borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla ticaret malına yahut altın ve gümüşe sahip olması lâzımdır.
6) Nisap miktarı mal üzerinden bir yıl geçmiş olmalıdır. Çünkü Peygamber sallallahü eleyhi ve sellem, «Üzerinden bir sene geçmeyen bir mal için zekât yoktur» buyurmuştur.
Zekât malı üzerinden sene geçmesi zirai ürünler ile meyvelerin dışındaki mallar için şarttır. Bu mahsuller için sene geçmesi şart değildir.
6) Zekâtın farz olması için nisap miktarı mala tam sahip olmakla birlikte onu elde bulundurmak da şarttır. Binâenaleyh, bir kadın mihrini eline almadıkça, mihri kendisine teslim edilmedikçe, mihrinden dolayı zekâtla mükellef tutulmaz. Evet Mehir, hakkıdır, ona hükmen maliktir, fakat fiilen almadığından zekâtla yükümlü değildir.
Yine; borçlu bir kimse, borcuna karşılık olan bir malından ötürü zekâtla mükellef değildir. Malı elinde bulundursa da, gerçekte o mala sahip sayılmaz.
ZEKATIN SAHİH OLMASININ ŞARTLARI
Verilen zekâtın sahih olması için zekât verilirken veya zekât parası yahut malı ayrılırken zekât ’a niyet edilmesi şarttır. Çünkü zekât bir ibadettir, ibadetlerde ise niyet esastır. Buna göre:
- a) Bir kimseye zekât verilirken ya da zekât malı ayrılırken onun zekât olduğunu kalpten geçirmek gerekir. Dil ile söylenmesi şart değildir. Bunun için, bir fakire zekât verilirken : «Bu benim sana bir hediyemdir» diye söylemenin bir sakıncası yoktur. Zekât olduğunu gönülden geçirmek kâfidir.
- b) Bir kimse malının bir kısmını zekâta niyet etmeksizin – bir fakire verse, bakılır: Eğer verilen mal, hâlâ fakirin elinde ise; yâni harcamamış ise, «O benim zekâtım olsun» diye zekâta niyet edilmesi sahihtir. Ama fakir, parayı harcamış ise; bu niyet kâfi gelir.
- c) Zekâtta vekilin değil, müvekkilin (vekil tutanın) niyeti esastır. Bu nedenle, birisi zekât vermesi için vekiline emir verdiğinde, zekâta niyet etmesi lâzım gelir. Kendisi niyet etmeyip, vekili: «Bu, falancanın zekâtıdır» diye söyleyip parayı öyle verse, verilen para zekât yerine geçmez.
ZEKAT A TÂBİ’ OLAN MALLAR
Bunlar, başlıca beş grupta toplanır:
1) Sevâim denilen hayvanlar,
2) Altın ve gümüşler,
3) Ticaret eşyaları,
4) Toprak mahsulleri,
5) Madenler ve defineler.
1) SEVÂİM DENİLEN HAYVANLARIN ZEKÂTI
«Sevâim», sâime kelimesinin çoğuludur. Saime, sütünden, yavrusundan veya etinden faydalanılmak maksadıyla beslenen ve senenin yansından çoğunu kırlarda otlayan sığır, deve, koyun ve keçi gibi hayvanlara verilen addır. Eğer bu hayvanlar yılın yansından veya daha çoğunda kırlara salınmayıp ağıllarda yemlerle beslenirlerse «alûfe» sayılırlar, kendileri için zekât verilmez.
Saime diye nitelendirilen hayvanlar, sütleri yahut üremeleri veya semizlenmeleri için değil de çift sürmek, yük taşımak, binmek gibi hizmetlerde kullanılmak yahut boğazlanmak üzere beslenirlerse zekâta tabi’ olmazlar.
«Saime» diye nitelendirilen hayvanlar kırlarda ticaret gayesiyle beslenip yayılırlarsa, bu durumda ticaret malı sayılırlar ve buna göre işlem görürler.
Ticaret için değil de sütleri yahut etleri için kırlarda yayılan hayvanlardan cinslerine ve sayılarına göre senede bir kez muayyen miktarda zekât alınır. Buna göre :
A) DEVELERİN ZEKÂTI:
Develerin, gerek erkek ve gerekse dişilerinde veya her kişinin karışımında, nisap miktarı beştir. Beş taneden az olan develerde zekât yoktur. Sayılan beşten dokuza kadar olup, üzerlerinden bir yıl geçen develer için bir koyun veya keçi verilir. Aradaki küsuratlar için zekât yoktur.
B) SIĞIRLARIN ZEKÂTI:
Sığır tabirine mandalar da girer. Gerek erkek ve gerekse dişi sığırlar, sütleri, yahut etleri için senenin yansından çoğunda kırlarda yayılırlar ve toplam sayılan nisap miktarına ulaşırsa, zekâta tâbi olurlar. Sığırlarda nisap miktarı otuz ’dur. Bundan az olanlar için zekât yoktur. Ayrıca hayvanların nisap miktarına ulaşan toplam sayılarının yıl sonunda – deve ve davarlarda olduğu gibi – ya aynen korunmuş olması yahut o mikarı aşmış olması gerekir. Sene içindeki eksilişler nazara alınmaz.
KOYUN VE KEÇİLER (DAVARLAR) İÇİN ZEKÂT
Hayvan sayısı
40’dan 120’ye kadar
121’den 200’e kadar
201’den 399’a kadar
400’den 499’a kadar
verilecek zekât mikdarı:
1 koyun veya 1 keçi.
2 koyun veya 2 keçi.
3 koyun veya 3 keçi.
4 koyun veya 4 keçi.
Bundan sonrası için, bu zekatlara her 100 koyunda, 1 koyun ilave edilir, aradaki miktar bağışlanır.
Zekât olarak verilecek koyun veya keçinin 1 yaşını doldurmuş olması gerekir.
Soru: Bir yaşını doldurmamış hayvanlar da zekâta tâbi’ midir?
Cevap: 1 yaşana basmamış deve yavrularıyla danalar, kuzular ve oğlaklar, başlı başlarına zekâta tâbi’ değildirler. Ancak her yavrunun türünden yavrular arasında bir büyük baş hayvan bulunursa zekâta girerler. Bunu bir örnekle açıklayalım : Koyunlarda nisap miktarı kırk ’tır. Sene başında sârime türünden 40 koyunumuz olsa ve sene içinde bu 40 koyundan 20 tanesi elimizden çıksa ve bu arada geri kalan 20 koyun arasına dörder aylık 20 kuzu katsak ve sene sonunda elimizde sâime niteliğini haiz 20 koyunla 20 kuzu bulunsa, bunlara mahsuben 1 koyun zekât vermemiz gerekir. Kuzular, aslında zekâta tâbi’ olmadıkları hâlde kendi türlerinden büyük hayvanlar
arasına katılmaları sebebiyle zekâta tâbi’ kılınmışlardır.
Sürü hangi türden ise, zekât da o türden verilir :
Koyun ve keçilerden oluşan sâime niteliğindeki bir davar sürüsünde hangisi çoğunlukta ise zekâtın ondan verilmesi sünnettir. Eşit iseler mal sâhibi serbesttir, istediğinden verebilir. Ama sürü yalnız koyun veya yalnız keçilerden müteşekkil ise, bu durumda zekâtı sürünün türünden vermek icap eder. Yâni koyun sürüsünün zekâtı keçi; keçi sürüsünün zekâtı da koyun olarak verilemez.
2) ALTIN VE GÜMÜŞLERİN ZEKÂTI:
Nisap miktarına ulaşan altın ve gümüşler, üzerinden bir yıl geçince zekâta tâbi’ olurlar. Gerek altın ve gerekse gümüşün külçesi, bunlardan yapılmış ziynet eşyaları, kap – kacaklar zekâta girerler.
Altın’ın nisabı:
Altın’ın nisabı, 20 miskal altındır. 20 miskal altının bugünkü ölçüler ’e göre net karşılığı huşusunda değişik hesaplar yapılmakta; 85, 93, 96 ve 100 grama tekabül ettiğini savunanlar bulunmakta. Bu farklı görüşler karşısında ihtiyat yolu (temkin ilkesi) tercih edilmeli; 20 miskal altının karşılığının 85 gram olduğu huşusundaki hesap
esas alınmalıdır.
20 miskal altının zekâtı, yarım miskal altındır. Bu altın olarak verilebileceği gibi tam bedeli de verilebilir. Yâni yarım miskal altının sene sonundaki değeri ne ederse, bu değer zekât olarak verilir.
Gümüşün nisabı:
Gümüşün nisabı 200 dirhemdir. Bunun da 595, 624, 644 ve 700 grama tekabül ettiğini hesaplayanlar vardır. Burada da 595 gram hesabı esas alınmalıdır. Binâenaleyh, bu miktardan az olan gümüşler için – zekâta tâbi’ başka bir mal mevcut değilse zekât yoktur.
3) TİCARET EŞYALARININ ZEKÂTI:
Altın ve gümüş dışındaki evlerde, dükkânlarda, mağazalarda, işyerlerinde bulunan her türlü ticaret malı zekâta tabidir. Daha önce de açıkladığımız gibi; bugün ticaret mallan, altının nisabına göre değerlendirilir. 85 gram altın karşılığı parası yahut ticaret eşyası olan zekât vermekle mükellef sayılır. Ticaret malları için de zekâta tâbi’
olmalan için üzerlerinden bir sene geçmesi şarttır. Burada esas olan nisap miktarının; yılın başında ve sonunda tam olmasıdır. Sene içerisinde meydana gelecek eksilmeler zekâtı menfi yönden etkilemez.
Zekâtta sene sonundaki kıymetler muteberdir.
Sene başında değerleri nisap miktarına ulaşan ticaret mallarının zekâtı için, sene sonundaki kıymetlerine itibar olunur ve bu kıymetlerine göre zekât verilir. Fiyat düşüşlerinden dolayı malların değeri nisap miktarından aşağı düşer ve zekâta tabi’ başka mal da olmazsa bu durumda zekât vermek icap etmez.
TAŞINMAZLARIN ZEKÂTI
Bu konuyu iki açıdan incelemek gerekir:
- a) Ticaret açısından,
- b) Mülk edinme açısından.
Çünkü bir arsa, bir arazi; iki maksatla alınır: Ya üzerine ev yapmak için ya da daha fazla fiyata satıp kâr etmek için. Mülk edinmek gayesiyle alınan araziler; kıymetleri itibariyle zekâta tâbi’ tutulmazlar, getirecekleri gelir üzerinden değerlendirilirler.
Ama ticaret gayesiyle alman araziler, ticaret niyetiyle alınıp bilfiil satışa arz edildikleri andan itibaren zekâta tâbi’ tutularak kıymetleri üzerinden zekât verilir.
Yine binalar da; ya mülk edinilmek gayesiyle yapılır veya alınır ya da ticaret amacıyla. Mülk gayesiyle alman binaların gelirleri üzerinden zekât verilir. Kiraya verilmeyip öyle boş tutulurlar yahut karşılıksız olarak başkaları oturtulursa zekâta tâbi’ tutulmazlar.
Lâkin, satış için inşa edilen yahut bu amaçla alman binalar ticaret malları sınıfına girdiklerinden sene sonundaki değerleri üzerinden zekâtları verilir.
4) TOPRAK MAHSÛLLERİNİN ZEKÂTI:
Toprak mahsullerinin zekâta tâbi’ olması için arazinin öşür arazisi olması gerekir.
Öşür arazisi: İslâm ordusu tarafından fethedilen ve fetih sonrası gazilere dağıtılan arazilerle kendi rızalarıyla İslâm’a giren kavimlerin arazileridir. Bu arazilerden çıkan ürünlerden onda bir yahut yirmide bir oranında zekât alınır. Şöyle ki: Eğer arazi senenin çoğunda yağmur, kar, nehir, çay veya kanal suyu ile sulanırsa, ürünün onda biri; yok arazi senenin çoğunda motorlarla, dolaplarla yahut satın alman sularla sulanırsa, ürünün yirmide biri zekât olarak
verilir.
Mahsullerin zekâtında itibar, araziye olup mal sahiplerine olmadığından öşür arazisi mutlaka zekâta tâbidir. Bu nedenle, öşür arazisi vakıf da olsa, sâhibi deli yahut çocuk da olsa ürününden onda bir yahut yirmide bir nispetinde zekât alınır.
Öşür arazisinde yetişen ürünlerden alınacak hisseler, ürün tamamen yetişip hasat edildikten sonra alınır, bundan önce alınmaz. Hatta daha bitmemiş ve belirmemiş zekâta tâbi’ ürünlerin öşürlerini vermek câiz değildir.
Onda bir yahut yirmide bir hissesi verilmemiş mahsullerin kendilerini yahut bedellerini yemek helâl değildir. Ama mahsulün zekâtı hesap edilir ve ödeme niyeti de taşınırsa, bu takdirde yenilir ve yenilen kısmın öşrü (onda birlik hissesi) ödenir.
Türkiye’nin arazisi öşre tâbi midir?
Türkiye’de Devlet tarafından şahıslara verilmiş ve sahipleri Müslüman olan kimselerin ellerindeki araziler öşür arazisidir. Üretilen mahsulün yüzde onunun veya yüzde beşinin zekât olarak verilmesi gerekir. Yalnız ziraât mahsulleriyle meyvelerin resmî kuruluşlara satışı esnasında belli oranlarda kesilen vergiler bu orandan düşülür.
5) MÂDENLER ÎLE DEFİNELERİN ZEKÂTI:
Maden kelimesiyle; toprak altından çıkarılan ve tabiî olarak teşekkül etmiş değerli maddeler; kenz (define) kelimesiyle de, insanlar tarafından toprak altına gömülmüş maddeler kastedilir. Her ikisine birden yere gömülmüş nesne anlamında «rikâz» denilir.
Madenler üç kısma ayrılır:
- a) Ateşte eriyebilen madenler: Altın, gümüş, kalay, bakır ve demir gibi madenlerdir. Bu tür madenler hangi arazide elde edilirse edilsin, bunların beşte biri Devlet’e, geri kalan beşte dördü madeni bulana veya madenin bulunduğu arazinin sâhibine ait olur.
Madenin bulunduğu arazi sahra gibi kimsenin mülkü olmayan bir arazi ise, 4/5’ü bulanın; sâhibi olan bir arazi ise beşte birden geri kalanı mal sâhibinin olur. Bulan hisse değil, çalışmasının karşılığını alır.
- b) Mayi (sıvı) hâlde bulunan madenler. Su, tuz, petrol vs. gibi madenlerdir. Bu madenlerden hisse alınmaz. Devlet’e bir pay çıkarılmaz. Tamamı mülkün sâhibine – arazinin sâhibi yoksa – bulana adidir. Ticarette kullanıldıkları zaman, ticaret eşyası gibi zekâtları verilir.
- c) İnci, elmas, anber, mücevher, kireç, alçı gibi ateşte erimeyen madenlerdir. Bunlar için de devlete pay verilmez, tamamı bulanın veya mülk sahibinindir. Ticarette kullanıldıkları zaman ticaret eşyası gibi zekâta tâbi’ tutulurlar.
DEFİNELERİN KISIMLARI:
Defineler de üç kısma ayrılır :
1) Müslümanlara ait defineler : Üzerlerinde Kelime-i Tevhit, İhlâs, lâfza-i Celâl ve benzeri İslami kelimelerin yazılı yahut kazılı bulunduğu defineler gibi. Bunlar lukata (yitik) mal hükmüne girerler. Bulanlar fakir iseler kendileri kullanırlar. Fakir değillerse, fakirlere yahut Hükümet’e teslim ederler.
2) Kâfirlere ait defineler: Üzerlerinde put resmi, haç resmi vs. gibi kâfirlere özgü nişanların bulunduğu definelerdir. Bunların beşte biri Hükümet’e verilir, geri kalan beşte dördü bulana yahut birisinin mülkünde bulunmuş ise arazi sâhibine ait olur.
3) Kime ait olduğu belirlenemeyen defineler. Yani üzerlerinde Müslümanlara mı kâfirlere mi âid olduklarını gösterir bir alâmetin bulunmadığı definelerdir. Bunlar, kâfirlere ait defineler gibi sayılarak beşte biri Devlet’e, geri kalanı da bulana, – birisinin arazisinde bulunmuş ise – mülk sâhibine ait olur.
ZEKÂTA TÂBİ’ OLMAYAN MALLAR
Bu kısımda zekâta tâbi’ olmayan paralarla malların niteliklerini açıklamaya çalışacağız.”
1) Bir kimsenin gerek kendi şahsının ve gerekse nafakalarıyla mükellef olduğu kimselerin bir senelik yiyecek, içecek, giyecek, yakacak ve benzerleri gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayırdığı para, sene başında 85 gram altın tutarında olsa bile bu, nisap ölçüsü sayılmaz. Zekât için nisap, bundan sonra itibar edilir.
2) Oturulan evler, köşkler, ticaret, amacıyla yaptırılmamış her çeşit bina, kiraya verilmemiş mülkler, ticâret için olmayan fazla ev eşyası, mobilyalar, altın ve gümüşten olmayan ziynet takımları, yakut, zümrüt, pırlanta, inci, elmas, zebercet, ticaret için olmayan ilim kitaplarıyla yine ticaret için olmayan san ’at âletleri, binek hayvanlarıyla vâsıtalar, imalat makineleri, tezgâhlan zekâta tâbi’ değillerdir.
3) Fırıncının ekmek yapmak için satın aldığı odun, mazot, benzin gibi pişirmede kullanılan maddelerle tuz da zekâta tâbi’ değildir.
4) İhtiyaç fazlası olup kıymetleri nisap miktarına ulaşan ve ticaret için elde tutulmayan kitaplar için zekât verilmez ise de sâhibi zengin sayıldığından fitre vermek ve kurban kesmekle mükellef olur.
5) Nisap miktarına ulaşan bir mal üzerinden bir yıl geçtikten sonra zekâtı verilmeden zâyi’ olsa zekâtı düşer. Çünkü zekâtı, kişinin zimmetine değil malın aynına taallûk eden bir vecibedir. Fakat böyle bir malı; kişi kendi eliyle elinden çıkarırsa – meselâ birine bağışlar veya ev vs. alırsa zekâtı düşmez, ödemesi lâzım gelir.
ZEKÂTI ÖDEME YOLLARI
1) Zekâta tâbi’ mal; hangi türden olursa olsun, aynından zekât verilebileceği gibi kıymetinden de verilebilir.
2) Bir zengin malının zekâtından sayılmak üzere bir fakire: «Falan adamda şu kadar alacağım var, git o parayı al, senin olsun» dese ve bu kişi de gidip parayı alsa zekât yerine geçer.
3) Bir zengin, bir fakirdeki alacağının tamamını fakire bağışlasa; zekâta niyet etsin etmesin, bu alacağının zekâtını vermiş olur.
Zengin, fakirdeki alacağını kendi elindeki malın zekâtına sayamaz. Bir kimse, bir fakirdeki alacağını kendi elindeki bir malın zekât için o fakire bağışlasa, bağışladığı bu alacağı zekât yerine geçmez. Eğer fakiri borçtan kurtarmak istiyorsa, O’na alacağı kadar parayı veya daha fazla parayı zekât niyetiyle fakire verir, fakir de paraya sahip olduktan sonra borcunu bu paradan öder.
4) Bir zengin malının zekâtına mahsuben bir fakirin borcunu ödese, bakılır: Eğer fakirin isteği üzerine ödemiş ise zekât yerine geçer; yok fakirden, habersiz ödemiş ise, borç düşse bile ödenen para zekât yerine geçmez.
5) Fakir olduğu zannedilerek birine zekât verilse; sonra da bu kişinin zengin olduğu ortaya çıksa ikinci kez zekât vermek gerekmez.
6) Nisap miktarına ulaşan bir malın bir kaç yıllık zekâtı önceden, birden verilebilir. Ancak nisap miktarına ulaşmayan bir mal için önceden zekât vermek geçersizdir, zekât sayılmaz.
Zekâtta temlik (zekâtı, zekât verilenin mülkiyetine geçirmek) şarttır:
Bunun için hayır işlerine zekât verilmez. Câmi, köprü, okul, medrese, Kur’an Kursu ve benzeri yerlerin yapımında sarf edilmesi için zekât verilemez, bu niyetle verilen zekâtlar, zekât sayılmaz. Fakirlere yedirilen yemekler zekât yerine geçmez. Ölülerin kefen ve benzeri şeyleri için yapılan harcamalar zekât sayılamayacağı gibi zekât niyetiyle borçlan da ödenemez. Çünkü temlik yoktur.
7) Fakirlere verilmek üzere bir kenara ayrılan zekât parası yahut malı kaybolsa, çalınsa da zekât borcu düşmez. Niyet varsa da temlik yoktur, yâni zekât fakirin eline teslim edilmemiştir.
8) Zekât borcu olan birisi, zekâtının ödenmesi için vasiyet etmeden ölürse, geride bıraktığı mallarından zekât borcu ödenmez. Vasiyet etmiş ise, terekesinin üçte biri üzerinden ödenir, tamamından değil. Çünkü terekenin üçte ikisi vârislerin hakkıdır. Ama vârisler isterlerse ölülerinin zekât borcunu kendi haklarından ödeyebilirler.
9) Zekâta sayılmak üzere bir fakiri bir evde oturtup kira almamak zekât yerine geçmez. Çünkü tam bir temlik yoktur. Bu gibi durumlarda şu yola başvurulur: Evde oturtulan fakire normal piyasa şartlarına göre aylık yahut yıllık kira bedeli verilir. Kiracı da bu bedeli alıp kabul ettikten sonra kira borçlarına mahsuben tekrar ev sâhibine verir.
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR?
«Sadakalar (zekâtlar) Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, (zekâtların) üzerine memur olanlara, kalpleri (Müslümanlığa) alıştırılmak istenenlere, kölelere, esirlere, (borçlarından fazla nisabı olmayan) borçlulara, Allah yolunda (harcamaya), yol oğluna (yolda kalan yolculara) mahsustur. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sâhibidir.» (Tevbe Suresi: 60)
1) Fakirler:
Kendilerine zekât verilecek grupların birincisi fakirlerdir. Fakir: Nisap miktarı malı olmayan, Şeriatın zengin saymadığı kimsedir.
2) Miskinler:
Miskin, hiçbir şeyi olmayan biçare, zavallı, yoksul kimsedir. «Bunlar, malın kıymetini bilmez» gibi düşüncelerle, bu gibilerine zekât vermekten kaçınılmamalıdır. O’nlar da korunmalıdır.
3) Zekât toplayıcıları:
İslâm, zekâtın toplanıp ilgili yerlere dağıtılmasını Devlet’in vazifeleri arasında saymıştır. Bu işin görülmesi için de zekât toplayan tahsildarlar ile zekât işlerinde görevlendirilen memurlara – zengin de olsalar – zekât verilebileceğini öngörmüştür.
4) Kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler:
Bunlar üç sınıftır:
- a) Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in kendileri ve kabileleri İslâm’a girsin diye öşür ve zekât verdiği kimseler.
- b) İslâm’a girdikleri halde inançları zayıflayan kimseler. Bunlara inançları, kuvvetlensin diye zekat verilir.
- c) Şerlerini, zararlarını defetmek amacıyla zekat verilenler.
5) Köleler:
Bir para karşılığında âzâd edilmek üzere efendileriyle anlaşma yapmış köleler ile cariyelere de zekât verilir. Zekât her köleye verilmez, yalnız «mektebe» denilen, yâni bedelini kazanıp ödemek üzere sâhibiyle anlaşma yapan köle ve cariyelere verilir.
6) Borçlular:
Kendilerine zekât verilecek borçlulardan, borcundan fazla nisap mikdârında malı olmayan kimselerdir. Böylelerine de zekât verilir.
7) Allah yolunda bulunanlar :
İmam Ebu Yusuf’a göre; «Allah yolunda olanlardan maksat, Allah yolunda savaşmak istediği hâlde yiyeceği, silâhı ve teçhizatı olmadığından harbe katılamayan gazilerdir. İşte bunlara da zekât fonundan pay ayrılır.
8) Yolcular
Memleketinde malı olup fakat, yanında bir şeyi bulunmayan garip kimselerdir. Bunlara da zekât verilebilir. Böyle yolda kalmış yabancı kimseler; ancak ihtiyaçları oranında zekât alabilirler, fazlasını alamazlar. Hatta imkân bulduklarında zekât yerine borç almaları daha iyidir.
ZEKÂT KİMLERE VE NERELERE VERİLMEZ ?
1) Gayr-i Müslimlere (Hıristiyan ve Yahudilere) zekât verilmez. Ama bunlara sadaka verilebilir.
2) Yine istisnai durumlar hâriç, nisap miktarı malı olan zenginler ile bunların küçük çocuklarına da zekât verilmez.
3) Usul ve fürua da zekât verilmez. Usul’den maksat kişinin ana ve babasından itibaren yukarı doğru sayılan neslidir. Meselâ: Babanın babası, O’nun babası, ananın babası, ananın babasının babası gibi.
Fürudan maksat ise; kişinin kendisinden türeyen ve aşağı doğru inen neslidir: Oğlu, oğlunun oğlu, kızı, kızının kızı gibi. Yâni zengin bir şahıs oğullarına, kızlarına ve oğullarıyla kızlarından olan torunlarına – ne kadar aşağı inilirse inilsin – zekât veremez.
4) Koca, karısına; kan kocasına zekât veremez.
5)Câmi mescit, Kur’an Kursu, yol, mektep, köprü ve benzeri bina ve inşaatların yapım ve onaranları için zekât verilemez.
Zekâtın kimlere verilmesi daha efdaldir?
Zekâtın derecelerine (yakınlıklarına) göre akrabaya verilmesi daha faziletlidir. Şöyle ki: Önce muhtaç erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına (yeğenlere), sonra sırasıyla amcalara, halalara, bunların evlâdladına, dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına vermek daha sevaptır.
Akrabadan sonra, sırasıyla ikamet edilen yerdeki fakir komşulara dostlara ve meslektaşlara verilmelidir.
Akraba ve hısımlar hâriç, ikamet edilen yerin dışındaki fakirlere zekât göndermek tenzihen mekruhtur (zekâtın sevabını eksiltir). Ancak uzak yerdeki fakirler daha muhtaç olursa, bu durumda kerahet kalkar.
Yukarıda değindiğimiz gibi akrabaya zekât vermek daha çok sevap vesilesi olduğundan uzak yerlerdeki yakınlara zekât gönderilir.
Zekâtı, zekâta ehil olmayana vermek:
İmam-ı Azam Efendimiz ile güzide öğrencisi imam Muhammed’e göre; birisi araştırma yaptıktan sonra zekâtını, zekâta ehil sandığı birisine verse ve bilahare o kimsenin zengin, kâfir, yahut oğlu veya babası olduğu ortaya çıksa; verdiği zekât kifayet eder, yeniden vermesi gerekmez.
Zekât niyetiyle fakirlere bahşiş ve müjdelik vermek:
Gerek Bayramlarda ve gerekse şair günlerde hizmetçilere, paranın ne olduğunu bilen çocuklara, müjde getiren fakirlere zekât niyetiyle bahşiş ve müjdelik vermek câizdir.
Bir işveren, çalıştırdığı işçilerine ücretlerine saymamak kaydıyla zekât verebilir mi?
işveren, çalıştırdığı işçilerin ve memurların fakirlerine zekât verebilir ve hatta zekâtını yakın akrabandan sonra tercihen bunlara vermelidir.
Soru : Bir fakire verilecek zekâtın miktarı ne kadar olmalıdır?
Cevap: Bir fakire verilecek zekâtın asgarî miktarıyla azami miktarı için ölçü şudur:
Verilecek zekât, bir fakirin en az bir günlük ihtiyacını giderebilecek miktarda olmalıdır. Bu, mendubtur. Asgari sınır budur. Verilecek zekâtın azami miktarı için de ölçü şudur: Borcu olmayan bir fakire nisap miktarı, yâni 85 gram altın veya bunun bedelini zekât vermek tenzihen mekruhtur. Fakat bu sınıra yakın bir meblâğ vermekte sakınca olmadığı gibi borçlu olan bir yoksula nisap miktarından fazla zekât vermekte de beis yoktur.